EZBERCİ DEĞİL SORGULAYAN BİREY – Cumhuriyet-11.05.2013-s9
İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Aydın eğitimde hedeflerini anlattı Ezberci değil sorgulayan birey LEYLA TAVŞANOGLU Heniiz altı yıllık bir üniversite. Ama şimdiden etki alanını genişletmiş. Köklü bir altyapısı var. Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın eski bir Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu öğretmen. Önce bütün Türkiye’de dershaneler ağını kurmuş. Ardından bir meslek yüksekokulu açmış. Derken 2007’de İstanbul Aydın Üniversitesi’ni yaratmış. Yıllar alan bu zorlu yolu Dr. Mustafa Aydın şöyle anlatıyor: – Sizin aklınıza bir meslek yüksekokulu kurmak nereden geldi? M.A.- 2000’li yılların başında Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi Başkanı Bener Çordan beni Ankara’ya çağırdı. Bir meslek yüksekokulu kurmamı tavsiye etti. Şaşırmıştım. Devletin o kadar meslek yüksekokulunun kontenjanları boşken nasıl özel meslek yüksekokuluna kontenjan alabilecektik? İnanmış bir kadroyla yola çıktık. Sonuçta Anadolu Bil Meslek Yiiksekokulu’nu kurduk. Eğitim müfredatlarını oluşturduk. Uygulamalı eğitimi hayata geçirdik. 2003 yılında öğrencinin haftada asgari iki gün eğitim aldığı alanda bir işyerine gidip orada uygulama yapmasını öngördük. Bu da öğrencinin daha mezun olmadan çok rahat iş bulmasını sağladı. Bugün Anadolu Bil Meslek Yüksekokulumuzdan 18 bin mezunumuz var. Bunların yüzde 86’sı da çalışıyor. Biz Türkiye’de olmayan bir sistemi, uygulamalı eğitimi hayata geçirdik. Bundan önce 1994’te Bil Dershaneleri’ni kurmuştum. Şu anda Türkiye’nin her tarafında 200 bine yakın öğrencimiz var bu dershanelerde. 2007’de İstanbul Aydın Üniversitesi’ni kurdum. Bugün Türkiye’nin en büyük üniversitesi haline geldi. Ben çıraklık öncesi eğitimden başladım. Sonra çırak, ardından kalfa oldum. Şimdi ustalığa doğru yürüyorum. Önümüzdeki yıl İstanbul Aydın Üniversitesi’nde artık Tıp Fakültesi’ni de hayata geçireceğiz. Ben otuz beş yıllık biDR. MUSTAFA AYDIN Trabzon, 1956 doğumlu. Hem askeri okul hem de AÜ Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yükseköğrenimini yaptı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yaptı. Yurtdışında uzun yıllar askeri ataşe olarak çalıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden öğretmen subay olarak 1996’da emekli oldu. Mısır’da askeri ataşe olduğu yıllarda Kahire Üniversitesi’nde Endülüs kültürü konusunda doktorasını yaptı. 1995’te Bil Dershaneleri’ni kurdu. Anadolu Bil Meslek Yüksekokulu adıyla bir meslek yüksekokulu kurdu. 2007’de de İstanbul Aydın Üniversitesi’ni hayata geçirdi. rikimimi böylece hayata geçirdim. – Üniversitenin konumundan söz eder misiniz? M.A.- İstanbul Florya’da yaklaşık 170 bin metrekare kapalı alanı, 80 bin metrekare açık alanı olan bir kampusumuz var. Çok zengin bir laboratuvar kompleksine sahibiz. Deprem, gen, tıp bilimleri, tekstil, haberleşme laboratuvarlarımız var. Çok güçlü bir teknik altyapımız var. Yabancı uyruklu hocalarımızın yanı sıra yurtdışında, ABD’de eğitim görmüş Türk öğretim üyelerimiz bulunuyor. Üniversitenin örgün eğitim alan 22 bin öğrencisi var. On bine yakını da uzaktan eğitim alıyor. On bin öğrenciyi de yaşam boyu eğitim merkezinde her yıl eğitiyoruz. Bu, sektörlere vermiş olduğumuz eğitim. Yani toplam 45 bin kadar öğrenci oluyor. Dershanelerdeki öğrencilerimiz bunların dışında. – Üniversite-sanayi işbirliği nasıl gidiyor? M.A.- Sanayi sektörüyle iyi ilişkilerimiz var. İşe yerleştirme oranımız çok yüksek. Türkiye yıllarca ezberci eğitimin getirmiş olduğu handikaplar içinde boğuldu. Öğrenci almış olduğu teorik bilgiyi hiçbir zaman pratiğe dönüştüremedi. Üniversitelerin yapılandırılmasındaki çarpıklık da olumsuz bir etken oldu. Bizim kurumlarımız, yani üniversiteler doğru biçimde yoğurulsalardı, doğru biçimde şekillendirilmiş olsalardı bugün bizi rahatsız eden hiçbir konu karşımıza çıkmazdı. Yıllarca kapalı kapılar arkasındaki hapishanelere dönüştürülen üniversitelerden zaten daha fazla bir şey beklemek olanaksızdı. – Yani bizim üniversiteler onlarca yıl dünyadan bihaber bireyler mi yetiştirdi? M.A.- Bakın, bu topraklardaki üniversite kültürü 1100’lü yıllara kadar uzanıyor. Bugün dünyanın önde gelen üniversiteleri arasında neden bu topraklardan çıkma üniversiteler yok? Çünkü yapıda bir bozukluk var. Biz yaşayan bir eğitimi öğrenciye vermiyoruz. Biz ezbere dayalı, öğrencinin hayatı boyunca asla ihtiyaç hissetmeyeceği bilgilerle onun kafasını dolduruyoruz. Bu çöp tenekesi gibi doldurma yöntemidir, deyim yerindeyse… Kurbağanın sindirim sistemi, yılanın kabuk değiştirmesi, arının petek gözünün kesiti gibi. Biz bu gibi gereksiz bilgilerle öğrencinin kafasını yorarak onu üniversiteye sokuyoruz. Öğrenci üniversiteye girdiği zaman zaten beyni yorgun. Öğrenci asal sayıları bilmiyor; uygulamadan bihaber. İşte, bu eksiklikleri dikkate alarak eğitim sistemimizi değiştirdik. Bugün iddia ediyorum ki bu sistemi Türkiye’de uygulayan hiçbir üniversite yok. – Peki, başlangıçta hiç tepki almadınız nıı? M.A.- İlk günlerde akademik personelimizin birçoğu buna karşı çıktı. “Biz öğrencileri izleyemeyiz. Haftada iki gün işyerlerine gidip gitmediklerini nasıl izleyeceğiz?” dediler. Ama bugün AB ülkeleri tarafından hem diplomalarımız hem de sertifikalarımız kabul ediliyor. Uygulamalı eğitimi de krediye dönüştürdük. Yani öğrenci bir işyerine gittiği zaman her saati ders saati olarak kaydediliyor. Her ay oradan geri besleme alıyoruz. Amirinden öğrencimizin işyeriyle nasıl bir uyum içinde olduğu, iş ahlakına, iş yapma özelliklerine sahip olup olmadığı bilgilerini ediniyoruz. Bu bilgilere göre de öğrencilerimizi ve programlarımızı yeniden şekillendiriyoruz. Öğrenci işyerine misafir sanatçı olarak gitmiyor. Yarın bu insanların bana iş teklif etmeleri gerekir, mantığıyla oraya gidiyor. Sonuç olarak bütün bu uygulamalarımız bugün bizi geldiğimiz noktaya ulaştırdı. ‘KURUMUMUZU PROTESTO ETTİRİRİZ’ I YILDA 800 ETKİNLİK DÜZENLENİYOR – Sizin öğrenci buluşma günleriniz olduğunu duydum… M.A.- Evet. Hem rektörümüzün hem de benim var. Her ay rektörümüz öğrencilerimizle buluşur. O buluşmalarda öğrenciyi sınırsız dinleriz. Bu her ay aksatılmadan gerçekleşir. Tvvitter’da benim 28 bin takipçim yar. Bunların yüzde 70-80’i öğrencidir. Öğrenci tvvitter’dan gece 3’te bana yazar. Sabah üniversiteye geldiğinde o sorunu çözülmüştür. Biz zaman zaman öğrenciye kendi kurumlarımızı bile protesto ettiririz. – Nasıl? M.A.- Örneğin kantini kirli gördüm diyelim. Öğrencilere aynen, “Siz nasıl böyle kirli bir yerde oturuyorsunuz? Ben olsam burayı kullanmam. Ücret ödüyorsunuz. O zaman da size birinci sınıf servis vermek zorundalar. Bunu yapmıyorlarsa bu kantini kullanmayacaksınız” diyorum. Ben öğrencilere böyle çok kantin protesto ettirdim. Biz ancak sorgulayan, hakkını arayan öğrenciler yetiştirirsek yarın Türkiye’yi çağdaş ülkeler düzeyine getirebiliriz. Üniversal bir felsefe içinde, asla dil, din, ırk ayrımı yapılmaksızın dünya insanı yetiştirmeye çalışıyoruz. – Bir yıl içinde çok yoğun etkinlikler yapıyorsunuz. Bunları anlatır mısınız? M.A.- Bir yıl içinde 700-800 etkinlik düzenliyoruz. Demek ki bir günde dört-beş etkinlik birden gerçekleştiriyoruz. Bu insanları geleceğe hazırlıyoruz. Öğrencilerimizin siyasi olaylara, dünyaya, ekonomik gelişmelere ilgi duymaları lazım. Dünya insanı yetiştirmek istediğimizin altını çiziyorum. Bugün üniversitemizde 800 yabancı öğrenci okuyor. Önümüzdeki yıl bu sayı 1500’e çıkacak. Şili’den, Güney Afrika’dan, Güney Kore’den, Rusya’dan, İspanya’dan, Avustralya’dan, dünyanın her tarafından öğrenci bize geliyor. Ama yoğunluk esas Balkanlar, Ortadoğu ve Türki cumhuriyetlerden. Asla din, dil, ırk farkı gözetmediğimizi söylemiştim. Eğitim kurumlarımızda verilen, Hipokrat yemini etmiş bir tıp doktorunun etik değerleridir.